Atatürkün Spor İle İlgili Anıları
1) GÜREŞ:
İtalyanları yenen Milli Güreş Takımımız, Florya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkünde büyük Atatürk tarafından davet ve kabul olunup, yemeğe alıkonulmuştu> Atatürk İtalyanlar karşısında, parlak bir sonuç almış olan güreşçilerimizi teker teker kutlamış, bu arada özel bir sevgi duyduğu, sevimli ağır sıklet şampiyonumuz Çoban Mehmet’e takılmaktan da kendini alamamıştı:
“-Sen, herkesi kolayca yeniyorsun Mehmet” demiş, sonra ilave etmişti:
“-Seninle güreş tutsak, beni de yenebilir misin?”
Koca Çoban, çocuksu bir mahcubiyet içinde, başını öne eğerek:
“-Sizi bütün cihan yenemedi Paşam, ben nasıl yenebilirim?” demişti>
Büyük Atatürk Çoban Mehmet’in bu cevabı karşısında pek duygulanmış ve aslan yapılı ağır sıklet şampiyonumuzu alnından öpmüştü>
2) FUTBOL:
Atatürk, yakın arkadaşı Kılıç Ali’nin evine, ani bir ziyaret için uğradığında, evde başka kimse bulunmadığı için, devrinin ünlü futbolcusu Gündüz Kılıç tarafından ağırlanmıştı> “>>Atatürk şerbetini yudumlarken “gel şöyle otur da seninle konuşalım biraz” dedi ve bana karşısındaki koltuğu gösterdi> Oturdum ama inanın, içimin yağları eridi> İşin asıl zor tarafının bundan sonra başlayacağını hissediyordum> Çünkü Atatürk’ün, özellikle gençlere, değişik zeka soruları sorarak, onları imtihan etmekten pek hoşlandığını biliyordum> Mahcup olmak korkusu bütün benliğimi sarmıştı > Fakat çok şükür sorduğu soru, korktuğum türden olmadı>
O sıralarda Milli Futbol Takımımız, Halkevleri Takımı adı altında, Rusya da beş, altı maç yapmıştı > Maçların çoğunda fena sonuçlar alınmıştı > Yaşımın pek genç olmasına rağmen ben de kadroya alınmıştım> Ülkesinde olup biten her şeyle ilgilenen Atatürk’ün, Rusya yenilgileri de gözünden kaçmamıştı> İlk sorusu “neden yenildiniz?” oldu> Kem küm ederek bir şeyler söylemeye çalıştım> Atatürk, pek üstelemeden ikinci sorusunu sordu: “Peki bu yenilgiler seni çok üzdü mü?” dedi> Son derece üzüldüğümü anlatmaya çalışırken bir el hareketiyle beni susturup kendi konuştu:
“- Dünyada yenilmeyen kimse, yenilmeyen ordu, yenilmeyen takım, yenilmeyen kumandan yoktur> Yenildikten sonra üzülmekte tabidir> Ancak bu üzüntü insanın maneviyatını yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır> Yenilen, hemen toparlanmalı, kendini yeneni yenmek için olanca gücüyle azmiyle daha çok çalışmalıdır” dedi> Sonra futbolun nasıl oynandığını anlatmamı istedi> Hemen kağıt kalem aldım> Oyun sahasını çizerek, o zaman ki değimiyle müdafileri, muavinleri ve muhacimleri yerlerine yerleştirip, onların görevlerini ve ana kaideler ile hedeflerini anlattım> Atatürk:
“-Yahu desene, bizim harp oyunları gibi bir şey sizin oyun da> Sizin işde, strateji bilgisi ve kurmay kafası ister” diye önemser önemser başını salladı>
3) ATATÜRK’ÜN EMRİYLE KURULAN SPOR KULÜBÜ:
Türk spor tarihinde Atatürk’ün emriyle “Muhafızgücü” adında bir de spor kulübü kurulmuştur>
18 Temmuz 1920 günü, Atatürk’ün emriyle kurulan Muhafız Takımı ve bu birliğin başına getirilen, Mülazım İsmail Hakkı Bey’in spora olan büyük merakı, Atatürk’ün de bu konudaki olumlu görüşleriyle birleşince, Muhafız Alayı adını alan birlik, 1 Haziran 1923 günü Muhafızgücü adını almıştır>
Muhafızgücü, Atatürk zamanında, spor alanlarındaki büyük başarılarıyla dikkati çekmeye başlamış, futbol, atletizm, binicilik, bisiklet, polo gibi spor dallarında büyük başarılar göstermiş, pek çok şampiyonluklar kazanmıştır> Ayrıca bünyesinde birçok ünlü asker sporcu da yetiştirmiştir> Milli takımlarımıza kadar yükselen bu sporcular arasında, askerlik alanında da en yüksek rütbelere erişmiş bulunanlar mevcuttur> Atatürk döneminde Muhafızgücü takımlarının genç sporcuları arasında, bugünün nice emekli generalleri mevcuttur>
4) BİNİCİLİK:
Ata ve atçılığa özel bir merak ve sevgisi olan, aynı zamanda gayet iyi de at binen Atatürk, yurtta atçılığı ve yarışçılığı daima teşvik etmiş, yakınlarını adeta bu konuya ilgi göstermeye zorlamıştır> Türkiye’de atçılığı ve yarışçılığı teşvik amacıyla kurulan “Yarış Islah Encümeni” de Atatürk’ün büyük desteğini görmüştür> Bu encümenin vaki ricası üzerine, adına bir “Gazi Koşusu” ihdas olunmasına da severek izin vermiş (1926) ve böylece Türk yarışçılık dünyasının en önemli klasiği halini almış olan “Gazi Koşusu” 1927 yılından itibaren Türk yarışçılığına renk katmaya başlamıştır>
Son yorumlar