ATATÜRK ün para politikası
Atatürk’ün para politikasının temel amacı; devlet harcamaları ile kaynaklar arasında sürekli bir dengenin korunması suretiyle enflasyonun önlenmesidir.
Atatürk’ün enflasyon karşısındaki tutumunu en iyi ifade eden İsmet İnönü’nün şu sözlerinin hatırlanmasında yarar vardır: “Hükümet olarak yılda iki kez ödeme yapamayacak duruma düştüğümüz olurdu. Gider konuşurdum. Birkaç milyon liralık emisyonun bizi refahlatacağını anlatmaya çalışırıdım. Bir defa bile “evet” dedirtemedim.”
O’na göre çok muhtaç durumda bulunan halkın refahını arttırmak için yatırımları hızlandırmak gerekliydi. Ancak yatırımları hızlandırmak amacıyla, devletin sağlıklı yollardan sağladığı gelirlerden fazla harcama yapması önemliydi. Bunu önleyebilmek için, bütçe fazlası, devlet tekelleri ile işletmelerinin gelir fazlaları ile iç ve dış borçlanmadan sağlanan fonlar tutarından fazla yatırım harcaması yapılmamalıydı ve T.C. Merkez Bankası’nın emisyonu arttırması ( yani para basması ) yolundan sağlanan kaynaklarla yatırım yapılması kesinlikle engellenmeliydi. Atatürk döneminin kaynak ve harcama rakamları ile ilgili olarak elde edilebilen bilgiler, bu ilkenin de eksiksiz uygulandığını göstermektedir. Nitekim O’nun yönetimindeki 15 yılda ortalama yıllık % 4 – 6 oranında reel büyüme hızı elde edildiği halde enflasyon yoktur. 1929’da çeşitli nedenlerle ortaya çıkan dengesizlik, alınan tedbirlerle, 1930 yılı sonunda giderilmişitir. Türkiye’nin ilk “istikrar programı” olan 1929 istikrar programı ile devlet harcamalarının kısılması ve gelirlerin arttırılması, yabancı ülkeler borsalarında Türk Lirası değerinin desteklenmesi yolundan Atatürk’ün deyimi ile “Millî Para Buhranı”, 1930 yılı sonuna kadar kontrol altına alınmıştır.
Atatürk, enflasyonun en önemli nedeni olarak T.C. Merkez Bankası’nın emisyonu arttırmasını görmektedir. En önemli yurt ihtiyaçları için olsa bile T.C. Merkez Bankası’ndan finansman yapılmasına, kesin olarak karşı çıkmasının temel nedeni budur. Atatürk’ün enflasyona karşı bu kesin tutumu sayesinde 1919’da Osmanlı İmparatorluğu’ndan 158 Milyon TL olarak devralınan banknot hacmi, 20 yılda (1938’e kadar) ancak %20 oranında artmış ve 194 Milyon TL’ye yükselmiştir. Yaklaşık %1 oranında bir yıllık artışı ifade eden bu banknot artışı, ekonominin % 4 – 6 düzeyinde bir ortalama reel büyüme hızına ulaştığı bir dönemde, aslında deflasyonist bir para politikasını ifade etmektedir.
Atatürk’e göre paranın iç değeri ile dış değeri arasında çok yakın bir ilişki vardır. Ülkede enflasyonu önlemenin temel gerekçelerinden biri de yurt dışında Türk Lirası’nın ve Hazine’nin itibarını, gücünü korumaktır.
Ancak Yeni Türkiye Devleti Hazinesi’nin ve Türk Lirası’nın dış pazarlardaki gücünü ve itibarını yükseltmek kolay olmamış, “Düyun-u Umimiye” taksitlerinin yükü ve Lozan Antlaşması’nın 1929’a kadar gümrükleri sınırlayan hükümleri Türk Lirası’nın dış değerini 1929’a kadar düşürmüş, 1929’da bu gidiş bir “Millî Para Buhranı” biçimine dönüşmüş, yani Türk Lirası’nın İngiliz Sterlini karşısındaki değeri 1921’de ortalama 605 Kuruş iken, 1930’da 1032 Kuruş’a kadar düşmüş, ama 1938’de yeniden 616 Kuruş düzeyine yükselmiştir. Bu başarıda Atatürk’ün enflasyon karşısındaki tutumunun, Maliye Politikası’nın ve Dış Ekonomik İlişkiler Politikası’nın önemli etkileri vardır. Bütün bu yıllarda alınan temel ekonomik kararlarda Atatürk’ün bazı hallerde ince ayrıntılara inen müdahaleleri vardır.
Atatürk, Türk Para Piyasası’nın Türkler’in yönetiminde ve Türkler’in elinde olmasını istemiş ve ekonomiyi bu amaca ulaştırmıştır. 1930’da T.C. Merkez Bankası’nı kurarken danıştığı dünyanın iki ünlü Merkez Bankacısının ( Almanya’yı korkunç “Weimar Enflasyonu”ndan kurtaran ve bu hizmeti nedeniyle “Mali Sihirbaz” ünvanı verilen zamanın Alman Merkez Bankası Başkanı Dr. Hjalmar Schacht ve yardımcısı Karl Müller’in ) olumsuz görüşlerine rağmen Türk Emisyon Bankası’nı kurmuştur. Bu iki ünlü Merkez Bankası uzmanı ülkemizde belirli bazı iktisadi ve mali tedbirler alınarak para istikrarının sağlaması güven altına alınmadan bir emisyon bankasının kurulmasını “mevsimsiz” bulmuşlardır. 1930’da verilen bu raporlara göre, T.C. Merkez Bankası, gelecek 5 yılda, tedavüldeki banknotların % 30’u oranında altın, % 10’u oranında döviz mevcutları, devlet bütçesi ve dış ödemeler dengesi sağlandıktan ve ekonomi, bu mevcut ve dengeleri zaman içinde koruyacak kadar güçlendirildikten sonra kurulabilir. Bu şartlar yerine getirilmeden kurulabilecek bir Merkez Bankası, ülkede para istikrarını bozabilir ve bunun çok olumsuz sonuçları olacaktır.
Millî Para’nın Türkler’in yönetimine geçmesini isteyen Atatürk, 1930’larda T.C. Merkez Bankası’nı kurmuş, bankanın hisselerini de Türk Bankaları ile devlet memurlarına dağıtmıştır. Ancak 1930’dan sonra yabancı uzmanların önerilerine uygun olarak 1931’de 6127 kilo olan T.C. Merkez Bankası altın mevcudunu, 1938’de 26190 kiloya ulaştırmış, Düyun-u Umumiye Borçları’nın, 1933’te yapılan anlaşmayla uygun olarak ödenmesini sürdürmüş, ödemeler dengesi ile devlet bütçesi dengesini kurarak korunmasını sağlamış ve fiyat istikrarının bozulmasını da kesin kararlarla önlemiştir.
Atatürk’e göre, enflasyona gitmeden yatırımların hızlandırılabilmesi için, halkın tasarrufa yöneltilmesi ve halk tasarruflarının büyük yatırımları gerçekleştirebilmek için birleştirilmesini sağlayan bir malî yapının kurulması gereklidir. Atatürk’ün kararı ile başlatılan “Millî İktisat ve Tasarruf Hamlesi” ve “Yerli Mallar Haftaları” ile Türkiye İş Bankası’nın kurulması, bu amaca yönelik uygulamalardır.
Son yorumlar